Kalbini mi kırdı, Beklentilerini mi?


Bazen yaşadığımız hayal kırıklıklarında suçlayacak birini arıyoruz. Kalbimizin kırıldığını düşündüğümüz her anda, bütün suçu karşımızdakine yüklüyoruz. Oysa bazen mesele, birinin kalbimizi gerçekten kırması değil. Asıl mesele, bizim o kişiden neler beklediğimiz.

"Gerçekten kalbini mi kırdı, yoksa beklentilerini mi?"  Bu soru işte tam da bu yüzden önemli. Çünkü çoğu zaman insanlar, bizim zihinlerimizde kurduğumuz hikâyelere ayak uyduramazlar. Biz onları olduğundan başka biri yapmaya çalışırız: Daha ilgili, daha düşünceli, daha duyarlı… Beklentilerimizle onları büyütürüz. Sonra o kişi kendi gerçeğiyle karşımıza çıkınca, sarsılırız.

Aslında bize zarar vermek gibi bir niyetleri yoktur çoğu zaman. Onlar sadece kendi yollarında yürürler. Ama biz, onların bizim yanımızda nasıl olmaları gerektiğine dair sessiz beklentiler üretiriz. Ve işte kırılan da tam olarak budur: Beklentiler.

Kalp, düşündüğümüz kadar narin bir şey değildir. Aşırı beklentilerle şişirilen hayaller patladığında hissettiğimiz acı, gerçek bir ihanet değil, hayal ettiğimiz dünyanın gerçek dünyaya uymaması yüzünden yaşanan bir sarsıntıdır.

Birisi sana sözünü tutmadığında, belki de tutmak istemediği bir sözü onun ağzına sen koymuşsundur. Birisi sana uzaklaştığında, belki de onun hiç gelmeye niyetli olmadığını sen görmek istememişsindir. Ve bazen... Bütün bu yaşananlarda karşındaki kişiden çok, kendi yarattığın sahte dünyayı suçlamak gerekir.

Bu farkındalık ilk başta can acıtır. Çünkü insan her zaman karşı tarafı suçlayarak işin içinden çıkmak ister. Böylece hem haklı kalır, hem de kendi duygusal yatırımını temize çıkarır.
Ama eğer gerçekten büyümek istiyorsak, önce bu gerçeği kabul etmemiz gerekiyor: Kimse bizim beklentilerimizi karşılamak zorunda değil. Ve biz de, birini severken onu kendi kafamızda idealize etmek zorunda değiliz.

Kısacası, belki de hiç kimse senin kalbini kırmadı. Sen, ona yüklediğin anlamlarla kendi içinde kırıldın. Öyleyse şimdi yapılacak en doğru şey şu: İnsanları oldukları gibi kabul etmek. Beklentilerimizi onların üzerine yıkmamak. Ve en önemlisi, kendi mutluluğumuzun sorumluluğunu başkasına bırakmamak.

Bu, hem daha gerçek bir sevginin kapısını aralar hem de kalbimizi gereksiz yüklerden korur. Çünkü bazen, en büyük iyileşme, kendimize sormakta yatar: "Gerçekten kalbim mi kırıldı, yoksa sadece beklentilerim mi?"

Yorumlar

  1. Bu yazıyı okurken tek bir cümle kaldı aklımda: “Kalp, düşündüğümüz kadar narin değildir.”

    Belki de biz, kalbi duygularla değil de beklentilerle şişiriyoruz.

    Çünkü çoğu zaman insanlar, kendi doğrularına göre yaşarken biz onlardan bizim senaryomuza göre oynamalarını bekliyoruz. Sonra o senaryo tutmayınca da kırıldığımızı sanıyoruz. Oysa kırılan şey belki de sadece planladığımız o sahte uyum oluyor.

    Yazının tamamında hoşuma giden şey şu oldu: Suçlamak kolay, ama büyümek biraz acıtıyor. Ama yine de insan, büyümeyi seçtiğinde daha az inciniyor galiba.

    Son cümleye ben de kendi içimden şöyle bir ek yapıyorum: “Gerçekten kalbin mi kırıldı, yoksa aslında kırık olduğunu fark edemediğin bir şeyin üzerine mi fazlaca yaslandın?”

    Güzel yazı. Düşündürdü. Sessizce değil, içten bir şekilde.

    YanıtlaSil
  2. Herkes bir beklenti içerisindedir. yaptığımız her hareketin bir sonucu olsun diye bekleriz. iyi veya kötü. beklentilerin kırılacağını sanmıyorum onlar hep beklenmeye devam eder ama bekleme süresi uzadığı zaman, çook uzadığı zaman kalp kırılır işte. kalp kırılır içinde yel kalır.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

İnsan İlişkilerinde Kategorize Etmek: Doğru mu, Yanlış mı?

AŞK İKSİRİ