Zamanın İki Yüzü: Kendime Yazıyorum
Yıllar geçti. Şimdi başka bir odadayım. Bu kez masa daha düzenli, etrafta kitaplar, notalar, bir gitar… Ama aslında değişen çok bir şey yok. Hala bir odadayım, hala bir masanın başında yazıyorum. Bugün bir ekran yerine deftere ya da notalara döküyorum kelimelerimi. Farklı şeyler yazıyor olabilirim ama duygular hep aynı: içimde birikenleri dışarıya bırakma çabası.
Zamanında “Neden yazıyorum?” diye sorduğum çok oldu. Hala da bazen soruyorum. Belki bir cevabım var, belki yok. Ama bildiğim bir şey var: yazmak benim nefes alma şeklim. İçim sıkıldığında, çözümsüz bir duygu üzerime çöktüğünde ya da sadece o anki sessizliği doldurmak istediğimde elim yine kaleme gidiyor. Bazen yazdığım şeyler hiçbir anlam taşımıyor, bazen sadece birkaç kelimeyle tüm yükümü hafifletebiliyorum.
2012’de yazmak benim için bir kaçıştı. Şimdi bir yolculuk gibi geliyor. Her yazıda biraz daha kendimi buluyorum. Kendi içime doğru bir yolculuk... O gün klavyede tıklayan parmaklarım, bugün notalar arasında dolaşıyor. Ama amaç hep aynı: bir şeylerden kaçmak değil, bir şeylere tutunmak.
Bazen düşünüyorum, yıllar sonra bu odalara geri bakarsam ne hissederim diye. Hangi kelimeleri yazmışım, hangi duygularımı defterlere dökmüşüm… Kim bilir. Ama bir şeyden eminim: yazmaya hep devam edeceğim. Çünkü bu, sadece bir alışkanlık değil. Yazmak, benim kendimi hayatta tutma biçimim.
Eğer biri bana "Sen kimsin?" diye sorsa, cevabım çok basit olurdu: Ben, bir odada oturup yazan biriyim. Ve belki de bu, kendimi en iyi anlatabildiğim halim
Yorumlar
Yorum Gönder