Çal Kemancı

İki günlük bir tatil planı yapmışlardı arkadaşıyla birlikte. Çadırlarını alacaklardı ve en yakındaki plaja gidip bir gece kalacaklardı. Gündüzleri deniz, güneş ve kumun keyfini çıkaracaklardı. Geceleri ise ağustos böceklerinin seslerini dinleyip ateş böceklerini izleyeceklerdi. Sabah erkenden yola çıktılar. İkisi de birbirinden açık gözlüydü. Etraflarında ki olanı biteni asla kaçırmazlardı.

Önce büyük kayalıkların oraya gittiler. Maksat tatildeymiş havası vermekti. Üç beş poz fotoğraf çekildiler. Manzarası harika olan bir yere gelmişlerdi. Anı ölümsüzleştirmeleri gerekliydi. Unutulup gitmemesi gereken bir gün olacaktı. Kayalıklardan denize girdiler, biraz güneşlendiler. Yanlarında getirdikleri böreklerden çöreklerden atıştırdılar. Bide keyif pezevengi oldukları için yanlarına şarap bile almışlardı. Hava kararmaya başlayınca yavaş yavaş toparlanmaya başladı bizim kızlar. Ulu orta bir yere çadır kurmak yerine, biraz daha korunaklı ama deniz kıyısından çokta uzakta olmayan ağaçlık alana gittiler. Güneş batmadan hazırlamışlardı her şeylerini.

Az zaman sonra kayalıklara bir arabanın yaklaştığını gördüler. Önce biraz ürktüler ama cesaretleri yerindeydi. Yanlarında biber gazı da vardı çakı da vardı. Kolay ulaşabilecekleri bir yere koydular. Arabadan inen genç eline kemanını alıp çalmaya başladı. Ne çaldığı konusunda en ufak fikirleri bile yoktu. Ama o kadar güzel ve içten çalıyordu ki genç. Bizim kızlardan biri "Kalkıp yanına gideceğim, çok güzel çalıyor." dedi ve diğer kızın hiçbir şey söylemesine izin vermeden gitti. Çocuk irkildi bir anda karşısında kızı görünce.

- Pardon, korkutmak istememiştim, merhaba
+ ... yalnız olduğumu düşünüyordum, o yüzden yani... Dalmışım.
- Hemen şurada arkadaşımla birlikte kamp yapıyorduk. Kemanın sesine kayıtsız kalamadım. Gelip yakından dinlemek istedim.
+ Hoş geldin. Arada bir gelirim buraya. Daha önce kimseye böyle yakalanmamıştım.
- Çok hoş geliyor ses, çalmaya devam eder misin?
+ Elbette.

Diğer kızda şarabı fazla kaçırmış, sızıp kalmıştı ateşin başında. Genç çalmaya devam etti. Yakamoza doğru ilerliyordu melodiler. Ateş böcekleri dans ediyordu çevrelerinde adeta. Denizin dalgası ritim tutuyor, ağustos böcekleri şarkı söylüyordu. Peri masallarında ki gibi bir geceydi. Gök yüzündeki yıldızlar ışıl ışıl parlıyordu. Yakamoz denizi aydınlatıyordu. Bir prens kemanını çalıyor ve bilmeden bir prensesi kendine aşık ediyordu.

Uzun bir süre çaldı kemanı Prens. Gökyüzünde bir yıldız kaydığını gördü ve Prensese gösterdi. Bir dilek tutmasını söyledi. İkisi birden mutluluk dilediler. Sonra yan yana uzandılar. Gözlerini kapadılar ve hayallerinden bahsettiler birbirlerine. O gece hiç bir şey yaşanmadı aralarında. Gün ağarana kadar sohbet ettiler. Prens bal kabağına dönüşmeden dönmesi gerekliymiş. Prenses, kız arkadaşının yanına gitti. Onu sönmüş ateşin küllerinin yanından kaldırıp çadıra götürdü. O sırada da zaten Prens çoktan gaza basıp gitmişti. Bir hoşça kal bile demeden, kaçarcasına...

Prenses kendini gecenin büyüsüne o kadar kaptırmıştı ki, telefon numarasını dahi almayı unutmuştu. Prens giderken ayakkabısını da düşürmemişti. Nerden ve nasıl bulacaktı şimdi prensi? Gerçi, tek gecelik aşk masalında kim sonuna kadar yalancı değil ki?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AŞK İKSİRİ

BÜYÜK MAVİ BALİNANIN ÇIĞLIĞI

AKVARYUMUN İÇİNDE