Küçük Bir Çakıl Taşı
Sonunda içimi döktüm. Ona
nasıl hissettirdiğini, onun yanında kendimi nasıl hissettiğimi söyledim. Kendimi
sadece bir "şey" gibi, bir oyuncak gibi hissettiğimi açık açık
anlattım. Ve bu itirafı yaptıktan sonra bir kuş gibi hafifledim, biliyor musun?
İçimde biriken o ağırlık bir anda yok oldu.
Söylediklerime şaşırdı. Bir anda
neye uğradığını şaşırdı. Ciddi olup olmadığımı sordu. Bana da "Bunu ciddi
söylemediğimi düşündüren şey ne?" demek düştü. Cevap veremedi. Şaşkınlıkla
öylece kaldı. Sonra "Şu an konuşmak için müsait değilim, yarın
konuşalım" dedi ve konuyu kapattı.
İşte o an anladım. Madem
hissettiklerimiz şu anda konuşulamayacak kadar önemsiz, o zaman bundan sonrası
için de hiçbir önemi yok. Ona "Ayrılalım" demedim. "Bu ilişki
bitsin" demedim. Sadece hissettiklerimi söyledim. Sadece içimi
rahatlatacak bir şey duymak istedim. Bir açıklama, bir yalan bile yeterdi. Yalan
olduğunu bilsem bile inanırdım, sırf duymaya ihtiyacım olduğu için. Ama o
hiçbir şey söylemedi. Sadece sustu ve kaçtı.
Belki de bu onun kendini koruma
şekliydi. Belki de bu kaçış, bana daha fazlasını anlatıyordur. Kusursuz bir
ilişki isterdim. Her şeyin dört dörtlük olduğu, her adımda huzur bulduğum bir
ilişki. Ama gerçek hayatta işler öyle işlemiyor. Bazen yolda bir çakıl taşına
takılıyorsun, dizin kanıyor, canın yanıyor.
Ben öyle ilk sendelemede yoldan
geri dönecek biri değilim. Dizim kanasa da, acısa da yürümeye devam edebilirim.
Ama düştüğümde, yanımda yürüyen insan bana elini uzatmıyorsa... Beni ayağa
kaldırmak yerine etrafına bakıp yürümeye devam ediyorsa... İşte o zaman kendi
yoluma yalnız devam etmeyi tercih ederim.
Yarın ne olacak bilmiyorum.
Ama şunu biliyorum:
Artık yarın için eskisi kadar heyecan duymuyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder